SlideShow

4 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
4 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
0

Alıntı - Kurt

Evet, ben arada kitapta okuyorum. Eskiye nazaran daha az okuyor olsam da hala fırsat buldukça okuyorum. Geçenlerde sohbetiyle bende güzel ve melankolik ruhların neslinin tükenmemiş olmasının umudunu yeşerten kişinin tavsiyesiyle Hermann Hesse'nin Bozkırkurdu adlı kitabına başladım. Kitabın orjinal adı : Steppenwolf. Kitabı henüz bitirmediğim için fazla detaya girmeyeceğim ama okuduğum sayfalar arasında güzel bir paragrafa rastladım ve sizinle paylaşmak istedim.


'' Gerçekte çekilen acılardan gurur duymak gerekir, her acı bize yüksek bir aşamada bulunduğumuzu anımsatır.' Ne ilginç, değil mi! Nietzsche'den seksen yıl önce söylenmiş! Ama benim size göstereceğim cümle bu değil, bekleyin bir dakika - işte buldum. Okuyorum: 'İnsanların büyük çoğunluğu yüzmeyi öğrenmeden yüzmek istemez.' Ne anlamlı bir söz, değil mi? Yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada yaşamak için yaratılmışlar, suda değil. Ve düşünmek istememeleri de doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar, düşünmek için değil! Evet, kim düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa, bunda ileri bir noktaya ulaşabilir; ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir böyle biri ve bir gün gelir suda boğulur." '
Fazla söze gerek yok sanırım.
0

Musical Blonde



Öncelikle ben Charlize Theron ablanin koyu saçlı halini daha çok beğeniyorum; koyu saçlar o güzel yüzünü vurguluyor. Neyse Charlize Theron'un tartışılmaz güzelliğine fazla dalmaya gerek yok. Gelelim Atomic Blonde filmine... Fragmanlarıyla zaten uzun süredir beklediğimiz bu filmi sinema da izleme fırsatı bulamadım; zaten öyle olmazsa olmaz bir sinema filmi değil. Atomic blonde soğuk savaş döneminde Berlin'de geçen tipik bir ajan filmi. Bol aksiyonlu ve  başlıca Charlize Theron , James Mcavoy , John Goodman ve Bill Skarsgård gibi oyunculardan oluşan zengin kadrolu bir film. 
Filmi diğer filmlere göre bir tık üste taşıyan şey aksiyon sahnelerinin sadeliği. Öyle karşımızda süper kahraman tadında ajanlar yok bu sefer. Zaten bu sadeliği John Wick filminden de tanıyoruz. Evet yönetmen koltuğunda John Wick'in yönetmeni olan David Leitch oturuyor. Kendisi üstüne bi ara birşeyler yazmak istiyorum, çünkü David Leitch'in dublörlükten yönetmenliğe giden değişik bir azim hikayesi var. 
Charlize seçimi bu filme cuk oturmuş; sırf onun için bile izlenebilir. Onun dışında filmi diğer filmlerden ayıran şey ; Müzik. Zaten başlıktanda anlamışsınızdır.
Tam tamına 41 soundtrack ile sahneden sahneye savruluyorsunuz. Ben müziğin en önemli duygusal tetikleyici olduğunu düşünen insanlardan biriyim ve bunu ustaca kullanabilmek bazen sizi çok ileriye taşıyabilir.  
O 41 sountrackin listesi burda: Tık Tık

Filme genel puanım 6.7. Çıtır filmler arasında ki puanım ise 8.2. Gece dışarı çıkmadan önce izlenip motive olunası bir film. 
İyi seyirler. PS: Charlize in kıyafetleri müthiş. Ve bu bonus fransız abla da öyle.

0

Tarzan mı Hozier mi


Dün gece "Legend of Tarzan" filmini izlemek üzere gece matinesine gittik. Film görsel olarak hoştu ama öyle senaryoya pek kafa yorulmamış. Yapımcıların keselerini doldurmak için yaptıkları bir başka film. Yine de oyuncular güzel seçilmiş; Margot Robbie Jane olarak karşımıza çıkınca bi hoş olmuyor değiliz. Üstüne Isveçin karizması True Blood dizisinden tanınma olan Alexander Skarsgard karşımıza gösterdiği güzel Tarzan performansıyla çıkınca ve bu ikisinin yanına Christoph Waltz ile Samuel L. Jackson ekleyince ortaya pekte kötü bir film çıkması mümkün olmuyor. Sırf oyuncuları için bile izlenebilecek bir film zaten eğlencelik olunca bir pazar akşamını süslememesi için hiçbir neden kalmıyor.
Yine de o bu değilde; beni etkileyen ne film ne de Margot Robbie; ara sıra film esnasında o güzel gözlerine dalsak ta.

Sinemada film biter ve jenerik akmaya başlar siyah ekran üzerinde; ortalık ideal karanlıktır ve genelde o jenerik ile birlikte bir şarkı akar gider. İşte o jenerik müzik bu filmde enfesti.

Ve karşınızda Hozier - Better Love


0

BAFTA 2016


British Academy of Film and Television Arts(BAFTA) ödüllerini bir nevi ingiliz Oscar olarak düşünebiliriz. Ben şahsen BAFTA ödüllerine Oscar'dan daha çok değer veriyorum. Herhalde bunun en büyük sebeplerinden biri Moon filminin 2009 yılında BAFTA ödülü kazanmasıydı.

Neyse gelelim artık sonuca; BAFTA 2016 açıklandı. İşte Listemiz:

En İyi Aktör

Leonardo Dicaprio ( The Revenant)
Artık Oscar kazanmasa bile ağlamaz. Ben bu ödülü hakketmediğini düşünüyorum ama ne diyelim züürt tesellisi olsun kendisine.

En iyi uyarlama senaryo

The Big Short
Henüz filmin kendisini izlememiş olsamda hakkında çok şey duyduğum bu filmin ödülü kazanması beni şaşırtmadı.En kısa zamanda izlemek ve izlemeniz dileğiyle.

En iyi Animasyon

Inside Out
Tartışmasız. Oscar'ı da garanti .

En iyi Aktris

Brie Larson(Room)
Filmi henüz izlemedim ama Brie Larson'ı bu genç yaşında ki başarısından dolayı kutluyor ve başarılarının devamını diliyorum.

Orjinal Senaryo

The Big Short
Herhalde bu filmi duymayanımız yoktur.

Ve ben sizlerle son olarak En İyi Yönetmeni de paylaşıp kaçayım.

Alejandro G. Iñárritu (The Revenant)

Eğer tüm listeyi görmek isterseniz: Tık Tık
0

Gyllenhaal



Aslında ben kendimden başka kimsenin hayranı değilimdir bu hayatta. Hiç bir zaman öyle fanatik bir seyirci olmamışımdır, hiçbir şey yada hiç kimse için. Yine de fazladan sevdiğim bazı kişiler, şeyler var. Takım olarak Fenerbahçe ama ondan bahsetmeyeceğim. Herkes  Leonardo Dicaprio,Brad Pitt, Johnny Depp, Orlando Bloom falan sever de benim sevdiğim aktörlerin başında Jake Gyllenhaal; ne kadar sevsemde hala soyadını ezberden yazmayı beceremiyorum. Tahminimce kendisini fazladan sevmemin sebebi biraz kendime benzetmem ve içimde ki narsistlik. Neyse egosal bi yazı olmasın bu; daha sanatsal yönlerden bakalım olaya.
Donnie Darko filmini duymayanınız var mıdır bilmem(Varsa vay arkadaş); kendisi enler listemin en başlarında gelmekte. Hele filmin soundtrack Mad World olmazsa olmazımdır. Hatta bu postun şarkısı Mad World olsun(Tık Tık
Donnie Darko filmine başka bir zaman ekstra bir parantez açmak istiyorum; şimdi ona başlarsam ohoo. 
Birde unutmadan bana göre 2014'ün en iyi filmi olan ve Jake abimizin başrolünde oynadığı Nightcrawler filmini de kesinlikle izleyin.
Kendisinin oynadığı iki film hakkında daha önce yazmışım. The Prisoners ve Love&Other Drugs .
En son izlediğim filmi Southpaw olmuştu ; uzun süre beklemiştim fragmanları görünce. Ben boks filmlerini de bi ekstradan fazla severim; üstüne bir de Gyllenhaal oynayınca tadından doyamamıştım. (Tabi Rachel Mcadams'ı da unutmamak lazım. )

19 Aralık 1980 LA doğumlu olan Gyllenhaal, bana göre çok başarılı olmasına rağmen mütevazi bir aktör. Çok ahım şahım filmlerde oynasa da arada sırada öyle ödüllere oynamayan romantik komedi filmlerinde falan da oynuyor. Zaten adam ne oynasa altından kalkıyor gibi bir durum var. Kız kardeşi de kendisi gibi oyuncu : Maggie Gyllenhaal. E genlerde olunca herhalde çok fazla bir çabaya gerek kalmıyor. 
Filmlerinin yüzde 80'ini izledim, hem filmlerin tarzlarını hem de kendisinin oyunculuğunu gayet takdir ediyorum. Eğer siz de oturup öyle fazla film aramak istemezseniz oturup oynadığı filmleri izleyebilirsiniz.

Everest filmini henüz izlemedim ama herhalde bu gece izlerim. 
Beni bu yazıyı yazmaya iten ise internette tesadüfen rastladığım Demolition filminin fragmanı.
Ki yine çok başarılı bir fragman.(Naomi Watts la beraber)


Ve fragmanın sonunda ki müthiş şarkı.(Oturdum shazamladım sizin için) Tık Tık

Bol linkli bir yayın oldu. İyi seyirler, dinlemeler.



2

Baba Post

 

İşte geldik asıl yayınımıza; dünden beri içime işleyen şarkıya. Siz beni sevmesenizde olur; hem belirsizlik güzel şey. Kim bilir belki sevmeden sevişiyoruzdur. Yine de gitmeden alırım bir alt dudak.

Ve bu da bonus videosu.(Nerden denk geldiğimi anlatan hoş bir sahne )


0

Bir AHS Yıldızı

Uzun süredir aklımda olan bu gönderiyi yayınlamak bu geceye kısmetmiş. Film izlemeye gitmeden önce size bu gece American Horror Story dizisinin yıldızlarından birini tanıtacağım veyahut kendisinin bu diziyle birlikte başlayan evrimini göstereceğim.
Aslında American Horror Story deyince tek bir yıldızdan bahsetmek zor; her oyuncu müthiş cüretkar sahnelerde oynayıp, müthiş performans sergiliyorlar. Zaten bu kadar aykırı bir dizide böyle oyuncular olmasa bunu efsaneleştirmek bu kadar kolay olmazdı.
Ben bu gece size ne Titanik Ablamızdan(Kathy Bates) ne Jessica Lange'dan ne de Sarah Poulson'dan bahsedeceğim.(Daha sonra üçünden de bahsedebilirim.) Bu gecenin yıldızı Evan Peters.
87 Amerika doğumlu Evan kardeşimizin öyle çok dişe dokunur bir film geçmişi yok. Az olan film kariyerinde de öyle ahım şahım bir rol yok. Onun dışında sağda solda dizilerde oynayan Evan, American Horror Story ile kalbimizde sağolsun taht kurdu; daha hiç bi çüküm çekmese olur o derece.
Gelelim Evan'ın Horror ile evrimine.

2011'de serinin ilk sezonunda:

Tate Langdon olarak karşımıza çıkıyor. Tate Langdon, davranışları öngörülemeyen agresif bir genç. Bunun yanı sıra sürekli şiddet ve okul arkadaşlarını öldürmeyi hayal etmesi kendisini tehlikeli kılıyor. Ancak onu bu şiddetten bir adım uzaklaştıran şey herzaman ki gibi Violet'e olan aşkı...



Gelelim ikinci sezona. Güvenilir ve sadık bir insan olan Kit Walker o zamanlar uygun görülmemesine rağmen siyahi bir kadınla evlidir; taa ki karısını öldürmekten suçlu bulunup "Bloody Face" adlı seri katil lakabını alana kadar.
Savunmasında parlak ışıklar ve küçük yeşil adamlar gördüğünü iddaa eden Kit tımarhanede kendine yer bulur... Gerisini izleyin herşeyi anlattırmayın (=



Sezon 3'te karşımıza cadılar tarafından başka vücut parçalarıyla dikilip, diriltilmiş bol sevişgen(sürekli 3lü(threesome) yapıyor) Kyle Spencer olarak çıkıyor.


Sezon dörtte, Jimmy Darling karakteri ile çok garip elleri olan ve bu nedenle sirkte çalışan bir ucubeyi canlandırıyor.  Elleri nedeniyle sirk dışında para karşılığında zengin kadınlara garip elleriyle vajinal masaj sunuyor.


Ve gelelim sezon 5'e . Burada müthiş aksanı olan psikopat katil James Patrick March'ı oynuyor. Mr. March cesetleri mükemmel şekilde saklayıp yok edeceği ölümsüz bir hotel inşa etmiş.
Ve bu karakter aslında gerçek bir seri katilin kopyası olarak karşımıza çıkmakta.
Gerçek kişi Herman Webster  Mudgett veyahut nam-ı diğer  Henry Howard Holmes( H.H. Holmes) . 1861 ile 1896 yılları arasında yaşayan bu kişi amerikanın ilk resmi seri katiliymiş. Ve fantezisini kurduğu cinayetleri rahatça yapabilmek için bir otel tasarlamış. Toplamda 27 cinayeti itiraf etmesine rağmen 200 ün üzerinde cinayet işlediği düşünülüyormuş.

H.H. Holmes


Sezonlar geldikçe unutmazsam postu güncellerim. Ve eğer siz hala AHS ye başlamadıysanız e bi zahmet şu an tam zamanı.

0

Azrail'in olta attığı orman

"Your life is a precious gift from your parents."

Bildiğiniz üzere yeni eve taşındım; bu ev sinemaya 10 dakikalık yürüyüş mesafesinde. Hal böyle olunca dün akşam o2'nun perşembe günleri uyguladığı bir al bir bedava kampanyasını kaçırmayalım dedik ve bizimkiyle atladık sinemaya gittik.
The Forest filmi Natalie Dormer'ın ağzı kadar enteresan değildi ama konunun geçtiği ormanın gerçek olması gerçekten ilgi çekiciydi.Ormana geçmeden önce filmi puanlandırayım 5.7.
Japonya'nın Aokigahara ormanı ; diğer adı ise İntihar ormanı. Filmden öncesine kadar hakkında hiç birşey duymadığım bu ormanı dün gece yatmadan önce epey bir araştırdım.

Fuji dağının ortasında yer alan Aokigahara ormanının farklı farklı 3 lakabı var :
Ağaçlar denizi
İntihar Ormanı
Japonya'nın Şeytanlar Ormanı

Bu ormanın dünyanın en çok intihar edilen ikinci yeri ; 1950'lerden bu yana 500'ün üzerinde kayıtlı intihar vakası olmuş ve tahminlere göre bir o kadar da bulunamayan.
En çok intihar edilen yeri merak ettiğinizi biliyorum ; tahmin ettiğiniz üzere orası bir köprü. San Francisco'nun Golden Gate köprüsü dünyanın en çok intihar edilen noktası. Orasıyla ilgili başka bir gün yazacağımı umarak ormanımıza geri dönüyorum.
Ormanı bu kadar ünlü hale ve intihar noktası haline getiren aslında bir roman. Tabi bu bir dilemma; çünkü bir romanı yazdıran gerçek olaylar mı yoksa gerçek olayları yaratan bir roman mı; bilmemiz imkansız.

Seicho Matsumoto 1960'larda  Kuroi Kaiju(Black Sea of Trees) adlı bir roman yazmış. Bu romanın ana karakterleri hikayenin sonunda Aokigahara ormanı içerisinde intihara teşebbüs etmişler. Ve bu romandan sonra zaten öncesinde intihar olayları barındıran orman daha da cezbedici bir intihar noktası haline gelmiş.
Hatta öyle ki intihar etmek üzerine yazılan bir kitapta (Wataru Tsurumui- The Complete Suicide Manual) intihar etmek için kusursuz bir yer olarak kendinden söz ettirmiştir.

Peki bu orman bunların dışında ne tür özellikleriyle bu ünvanı almayı başarmış ? 3500 hektarlık bir orman düşünün ve üzerinde öyle sık bir bitki örtüsü ve ağaçlanma var ki adeta doğal bir labirent.Bitki örtüsünden mi yoksa ağaçların bu kadar sık olmasından mıdır bilinmez bu ormanda vahşi hayvanlara pek rastlanmamakla birlikte kuş sesleri çok nadiren duyulurmuş.
Ormanda patikayı terk etmek kesinlikle tavsiye edilmiyor; zaten intihar etmek isteyenler patikayı terkedip ormanın derinliklerinde kendilerine ölümsüz bir köşe seçiyorlarmış.
Ve bonus olarakta ormanın yakınında olan Fuji dağının volkanik toprak ve manyetik demir barındırması nedeniyle bölgede telefon, internet , gps ve pusula kullanımı olanaksız.

Dünyayı gezme merakı olan biri olarak umarım kısa sürede bu ormana yolum düşer ve size fotoğraflarla başka bi post atma imkanım olur ; şimdilik zor gözüküyor.

Eğer bir gün intihar etmeye karar verirseniz (umarım öyle birşey olmaz) ve biraz birikmiş paranız varsa atlayın bu ormana gidin; hem ölmeden önce yeni yerler görmek ve biraz fazladan adrenalin salgılamak hoş olur ; kim bilir belki sizi tekrar hayata bile bağlayabilir.

Ve gitmeden dün gece okuduğum ve beni geren bir reddit hikayesi LİNKİ
0

Clif and Derek

İki, üç gündür biraz nane mollayım; bu nedenle bugün yaklaşık 13 saat uyudum. Akşam 18-24 arası part time garsonluğumu da yaptıktan sonra eve geldim; hanım yatağa ben tv başına geçtim. Malum 13 saat uyku sonrası insanın erken yatası gelmiyor. Ulan dedim şöyle gerilimli merilimli bi film açayım... Film izlemeye bayılıyorum ama şu film arama faslı yok mu; adamı deli ediyor arkadaş. O an hangi moddaysan o tarz film bulman gerekir, afiş hoşuna gitmelidir, konu cezbetmelidir ve altta yazılan yorumlar heves kaçırmamalıdır falan.
Neyse sonunda Afflicted filminde karar kıldım ; aslında en başta o filme karar kılmıştım ama üstüne yarım saat daha başka filmlerin konularına göz gezdirdikten sonra ilk ve son kararım olan Afflicted filmini izlemeye karar verdim.
Bu karar sonuç olarak beni bu posta getirdi ; vampirik kader.

E gelelim o zaman artık filmimizin konusuna ; zaten anladığınız üzere Afflicted, bir vampir filmi. Found footage tarzında çekilmiş olan bu film iki kankanın dünya turu yada diğer bir deyişle dünya turu başında geçiyor. Başrollerde ve yönetmen koltuğunda aynı isimlerle Clif ve Derek var.
Başta vampir filmi dediğimi biliyorum ama yine de öyle bildiğiniz vampir filmlerinden olmadığını belirtmek istiyorum.
Uzun süredir izlediğim en iyi found footage tarzı filmlerden biriydi; gerçi ben bu tarzı zaten sevenlerden olduğum için bana fazla söz hakkı düşmez.
Yinede Afflicted filmine kesinlikle bir şans vermenizi tavsiye ediyorum.

Benim bu filme puanım 7.8 .
Bana göre senaryo gayet özgün(vampir hikayesi üzerine ne kadar özgün olabilirse) ve oyunculuklar kesinlikle övgüyü hakkeden cinsten.

Ve buyrun; oyuncular demişken işte oyuncularımız.
İyi seyirler



2

Black Mass - Kara Pislik Seni


Bayadir filmler hakkinda yazmiyorum son zamanlarda eskiye nazaran daha az film izlemis olsam da izledigim filmlerin sayisinin hatri sayilir herhalde.
Herkesin son dönemde merak ettigi ve Johnny Depp'in de rol aldigi Black Mass filminden kisaca bahsetmek istiyorum .

Öncelikle yine Johnny Depp'in oynadigi Public Enemies filmiyle karsilastirmak imkansiz. Public Enemies filminde John Dillinger i canlandiriyordu ve ortaya tadindan yenmez bir film cikmisti . Tabi Marion ablamiz da vardi o filmde.
Neyse asil filmimizden uzaklasmayalim . Black Mass filmi Amerikali gangster James "Whitey" Bulger'in hayatini anlatiyor. Johnny Depp abimiz yine ne kadar güzel oynamis olsa da filmde birseyler eksik. Nelerin eksik oldugunu cok cözememis olsamda uzun vadeli hafiza depomda cok ön safhalarda bir yer bulabildigini söylemek zor.

Ben yine de bu filme 6.8 veriyorum ve rahatlikla izlenilebilir bir film olarak nitelendiriyorum . Yani mutlaka izlemelisiniz degil ama izlenmek icin güzel bir film.
He tabi eklemeden edemeyecegim Public Enemies'i izlemediyseniz mutlaka izleyin.
Filmin soundtracklerinden olan Otis Taylor- Ten Million Slaves i bi dinleyin zaten izleyesiniz gelir..
Hadi iyi seyirler.

Gitmeden ufak bir tanitim yazisi vereyim.
James Whitey Bulger kimdir ?

James abimiz 3 Eylül 1929 da dogmus ve hala hayatta. 89 yasinda olan James daha 4 sene önce 2011 de yakalanabilmis . Daha önceleri de hapse girmis olmasina ragmen uzun süre özgür ve suclu bir hayat sürmeyi basarmis. Kendisi bir cok suctan yargilanmasina ragmen 19 cinayetten de sorumludur. Filmde bu cinayetler ne kadar seksi gözüksede gercek hayatta o kadar seksi olduklarini düsünmüyorum.
Hadi saygilar sevgiler.
0

Wassup

4 Non Blond ablamız söylemiş zamanında What's Up şarkısını. Sizde benim gibi 80ler  kuşağıysanız iyi bilirsiniz bu şarkıyı. Hani duş şarkıları vardır ya bağıra bağıra söylenebilecek onlardan biri işte ..
Neyse aslında olay tek başına bu şarkı değil. Wachowski Brothers var bizim amca oğulları ; şu Matrix'i yöneten Andy ve Larry Wachowski.Gitmişler Sense8 diye dizi yapmaya karar vermişler ; iyi de yapmışlar. Şöyle güzel bir yönetmen eli değdi mi ortaya neler çıkabileceğini ben unutmuşum.
Sense8 i izlerken hem konunun yönetmenlere müthiş fırsatlar verdiğini ; bu noktaya ortalardaysa Wachowskilerin o müthiş volelerini tecrübe ettik.
 Henüz sadece ilk beş bölümüne bakmış olsam da sırf sahneleri için bile izlenebilecek bir dizi ki konusu benim sevdiğim tarzda .
Neyse işte dizinin 4 . bölümünden Whats up şarkısına çekilmiş bir klip geliyor şimdi karşınıza .
Beni benden aldı , belki sizi de alır .


0

Bir tutam Replik


 Valla değerinizi bilin şunu hazırlayana kadar götüm çıktı ... Mr.Robot dizisinin 5 . bölümünde sonlara doğru beni benden alan repliklerden biri. Ve bunu sizinle paylaşmadan edemedim. Tabi hazırlarken ingilizce duy yaz ve üstüne tercüme etmek biraz uğraştırıcı oldu. Gerçi henüz tercüme etmedim ama şu an ediyorum gibimsi.
 Bilmeyeniniz varsa Mr. Robot netflixin çiçeği burnunda dizilerinden biri. Konusunu kısaca özet geçmek imkansız ; uzun uzun yazacak vaktim yok maalesef şuan. Ama internetin herhangi bir köşesinden bulabilirsiniz.

Evet sizi bu replikle başbaşa bırakayım artık.


_____________________________________________________
My father picked me up from school one day, and we played hooky and went to the beach.
It was too cold to go in the water, so we sat on a blanket and ate pizza.
When I got home, my sneakers were full of sand, and I dumped it on my bedroom floor.
I didn't know the difference.
I was six.
My mother screamed at me for the mess, But he wasn't mad. He said that billions of years ago, the world shifting and the oceans moving brought that sand to that spot on the beach, and then I took it away.

"Every day," He said,

"We change the world," which is a nice thought until I think about how many days and lifetimes
I would need to bring a shoe full of sand home until there is no beach, until it made a difference to anyone.
Every day, we change the world, but to change the world in a way that means anything, that takes more time than most people have.
It never happens all at once.
It's slow.
It's methodical.
It's exhausting.
We don't all have the stomach for it.
______________________________________________________________________________
Bir gün babam beni okuldan aldı ve okulu asıp kumsala gittik. Hava suya girmek için çok soğuktu, bizde yere örtü serip oturduk ve pizza yedik.
Eve geldiğimizde ayakkabılarım hep kum doluydu, bütün hepsini odamın ortasına yere boşalttım.
Farkı bilmiyordum , 6 yaşındaydım.
Annem bana bu dağınıklık için bağırdı , ama babam sinirli değildi. Ve dedi ki ;
Bundan milyarlarca yıl önce  dünya kayarak ve okyanuslar hareket ederek o kumları o sahile götürdüler.Hemde her gün.
Ve sen o kumu alıp başka yere götürdün.

"Biz dünyayı değiştiriyoruz." ne kadar güzel bir düşünceydi , taa kii bir değişiklik yaratabilmek için kaç gün ve kaç yaşam boyu bir ayakkabı dolusu kumu eve getirmem gerektiğini anlayana kadar.
Her gün dünyayı değiştiriyoruz ama bir şekilde hiç bir anlam ifade etmiyor ve bunu yapabilmek çoğu insanın sahip olmadığı kadar vakit alıyor.
Asla bir kere de olmuyor ,
Yavaş yavaş,
Düzenli bir şekilde ,
Ve yorucu.
Hepimizin bunu kaldıracak bünyesi olmayabilir.
0

Bir Cemal Usta Şiiri

Az önce özgürlük falan diyordum ya , az önce dediğim bir önce ki yazımda; öyle ki Cemal Üstatta pek bi ceremesini çekmiş bu özgürlüğün. ince yada karanlık ruhlular (artık siz hangisini uygun görürsenız) anında görürler güzellikleri; bir oyuktan sızan gün ışığı gibi. Sırf o oyugun inceliginden denir ince ruhlu yada icerinin karanlıgından karanlık . İşte öyleydi senin güzelliğinden sonra beraber bakardık dünyaya ve sadece güzel olanlara ; güzellik bitince yeni denizlere yeni güvercinlere , fazla büyütmemek lazım ; seviselim hayat tadında.
Cigarayı attım denize
Şimdi bir güvercinin uçuşunu bölüyoruz
Gökyüzünün o meşhur maviliğinde
Uzun saçlı iri memeli kadınlarıyla
Bir akdeniz şehri çıkabilir içinde
Alıp yaracak olsa yüreğini
Şimdi bir güvercinin

Şimdi sen tam çağındasın yanına varılacak
Önünde durulacak tam elinden tutulacak
Hangi bir elinden güzelim hangi bir
Bir elinde kızlığın duruyor garip huysuz
Öbür elinde yetişkin bir günışığı
Daha öbür elinde de kilometrelerce hürlük
Çalışan insanlar için akşamlara kadar
Toz duman içinde
Bir elinde de boyuna ekmek kesiyorsun

Biz eskiden de en aşağı böyleydik senlen
Bir bulut geçiyorsa onu görürdük
Bir minarenin keyfine diyecek yoksa onu
Bir adam boyuna yoksulluk ediyorsa onu
Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına
Bir cıgara atmışsak denize
Sabaha kadar yandı durdu

Cemal Süreya
1954
0

Jurassic World Eğlence Parkı


Aslında benim bu filme gönderme yapmama gerek yok film kendi içerisinde kendi kendine gönderme yapmış. 
Kim kaldı eskilerden Jurassic Park hastası ; bir ben bir sen bir de T-Rex. İsterdim ki dinozorların o gizemli dünyasında Raptor koştursaydık her daim. Düşünsenize at üstünde değil de raptor üstünde olan savaşları ; çok daha seksi olurdu. Neyse konuyu fazla dağıtmayayım da filme döneyim. 
Dediğim gibi ben Jurassic Park hayranı bir filmkoliğim ; o filmde ki suyun titreme sahnesi bütün bir filmi unutulmaz kılmaya yetmiştir. Yani sizin anlayacağınız o filmde ki gerilim o filmi efsane yapan en önemli unsurdur.
İşte bu gerilimden yola çıkarak Jurassic World'ü ele alırsak karşımıza yavan bir film çıkıyor. He yavan olup zevk verme şansı yok mu ; tabi ki var. Macera seviyorsanız ve dinozorlardan da hoşlanıyorsanız kesinlikle zevk alacaksınız bu filmi izlemekten. Ama öte yandan eskiyle kıyaslayınca hayal kırıklığınız kaçınılmaz olacak. 
Ah şu para göz insanlar ; herşeyi olduğu gibi sanatı da sömürüyorlar. Film kesinlikle gişe kaygısıyla çekilmiş ; başlıkta da dediğim gibi Jurassic World eğlence parkı.. Film de gerilim en alt seviyede tutulmuş , ayrıca bir damla kan gördüğümü hatırlamıyorum. Siz dünyanın en vahşi hayvanlarıyla ilgili bir film çekiyorsunuz ve bir damla kan yok (vay mk) ; gay , vejetaryen vampirleri anladıkta dinozorlara ne oluyor ... 
Neyse neyse ; eğer ailecek bir film izlemek istiyorsanız Jurassic World tam sizlik. He bir de bu sefer ailenin ergen üyeleri sıkılmasın diye güzel bir bayan koymuşlar; seksi bir kıyafet ve topuklu ayakkabılarıyla dinozorlardan kaçıyor.
Gel gelelim bu filme notuma : 
6.1 
İyimser bir not bile olabilir. Öyle Chriss Patt'i falan koyarak tribünlere oynasanız da benim aklımı çelemezsin Holyfood .. Ayağını denk al. 
İyi seyirler öpüldünüz. 
0

Kingsman: The Secret Service (Bir Kralın Dallamaları)


Geldik yine az ama öz olan film seanslarımızdan birine daha. Bu filmi sinemada izleme fırsatım oldu. Aslında bizim burda bir filmi sinemada izlemek benim için biraz zor. Malum yurtdışının handikapları; gerek almancayı çok iyi anlamam gerekse küçük şehirde yaşadığımızdan dolayı filmlerin orjinal dilleriyle sinemaya pek sık gelmemesi. Neyse her pazartesi orjinal dil günü olduğundan bizde dün orjinal gösterimi olan Kingsman filmine gittik. Ben Chappie filmini tercih ederdim diye düşünüyordum ya neyse.
Fragmanını falan seyrettiğinizde klasik aksiyon filmi olarak düşünebileceğiniz Kingsman'i bu kategoriden ayıran bir havası var . Aslında bu havanın adı British; hani yok mudur bizim ingilizlerin filmlerinde kullandığı ufak kara-komediler ve hoş aksanlı küfürler. İşte bu havayla güzel bir aksiyonu birleştirince film aksiyon filmleri arasında en üstlerde kendine yer bulabilmiş. Zaten güncel imdb puanı 8.2 .
He siz hayatıma birşeyler katsın tarzında bi film arıyorsanız bu film onlardan değil..

Bir prensesin de motivasyonun ne demek olduğunu bildiği gibi : 'If you save the world, We can do it in the asshole.'

Kesinlikle izlemenizi tavsiye ettiğim bir film.. Tabi benim notum imdb kadar bol değil ; ben 7.6 veriyorum bu güzel filme. 

Başrollerde ;
Colin Firth
Samuel L. Jackson 
Taron Egerton

Şimdiden iyi seyirler
1

"The Hunger Games:Catching Fire"


Namı diğer AÇLIK oyunları..Yönetmeninden yapımcısına söylebileceğim tekşey böyle para açlığı ve böyle bir açlık oyunu görmedim. Jennifer Lawrence ve ilk filmin güzelliğiyle dün gece filmin 2. serisini sinemada izledim. Ancak pekte sinemalık bir durum yoktu ortada . Hani deseniz ki uçsuz bucaksız aksiyon, görsellik var sinemasına gidelim; yok , deseniz ki çok orjinal senaryo var ortada ; yok , deseniz ki çok süper oyunculuk var ; Woody Harrelson her zaman ki gibi döktürüyor ama rolü o kadar da fazla değil .
Neyse geleyim filme : Serinin ikinci filmi birincisinin neredeyse tıpkısının aynısı .Eğer birinci filmi izlediyseniz ikincisinin son yarım saatine bakmanız herşey için yeterli olabilecektir. Bilgisayar terimi olan copy-paste bu filmle birlikte sinema terimi olmuştur diyebilirim. Hele filmin üçüncüsünü getireceğiz diye boktan bir son yazmaksa bambaşka bir dönüşüm. Sinema sektörünü dizi sektörüne çevirme çabaları mı yoksa para açlığı mı bilemiyorum.
Filmin konusu : Açlık oyunlarından kurtulan ilk çift olan Katnis ve Peeta aşklarını kanıtlamak zorundadırlar.Özellikle Katnis'in azınlığın gözünde bir devrim sembolü olması Başkan'ın dikkatini üstüne çeker. Sırf bu sembolü yok etmek için yeni bir oyun düzenlenir. Bütün bölgelerden eski galipler hayatta kalmak için birbirlerine karşı gelecektir.

Film sadece eğlencelik olduğu için puanım 6.7 . Az olan aksiyon sahneleri ve kostümler de gayet hoş .
3. film sinemalık bir şölen olabilir ; o yüzden bu filmin parasını 3. sü için saklamanız gayet mantıklı olacaktır.

Film hatası: Film de o kadar aksiyona rağmen Jennifer Lawrence'ın tırnaklarının her halükarda bembeyaz olması sürekli göze çarpan büyük bir hata.

İyi seyirler.
1

The Prisoners


Aksiyon filmlerinden alışık olduğumuz Hugh Jackman daha bir başka rolde karşımıza çıkıyor. İki çocuk babası olan Jackman'ın kaçırılan çocuğunu bulmak için yaptıklarını konu alan film bol gerilim ve dram içeriyor.
Changeling filmiyle ana hatlar biraz benzerlik gösterse de iki filmi karşılaştırmak haksızlık olur.
Bu arada başrol de sadece Jackman'ı yazmak ayrı bi haksızlık olmuş. Aynı zamanda karşımıza dedektif rolünde Jake Gyllenhaal çıkıyor. Filmin bitmek bilmeyen uzun sahneleri tam sıkacak derken yerini gerilime yada yeni bir ipucuna bırakıyor. Sıkılmakla gerilmek arasında ki kıvamı iyi tutturmuş bu filmde Jake ve Hugh'un performanslarına diyecek yok .Ayrıca suçlu kesin şudur yada budur diyebileceğiniz bir durum da yok. Şiddet sahnelerinin minimum ölçekte tutulduğu , insanın içini kabartan uzun soluklu güzel bir gerilim filmi.
Bizden aldığı not ise 7.8

Sizi trailersız bırakmak ayıp olurdu buyrun bu da trailer.

0

Killing Them Softly



Türkçeye 'Kibarca Öldürmek' adıyla çevrilmiş olan film . Filmin adı güzel oturmuş seyirciyi kibarca yavaş yavaş öldürüyor; ancak bu kibarlığı bozan tekşey,  bol küfür. Repliklerin yüzde 90'ı fuckla başlayıp fuckla bitiyor. Ve film öyle aksiyon sahnelerinden değil bol repliklerden oluşuyor.
Filmde , Ray Lioatta , James Gandolfini , Brad Pitt ve bir çok tanıdık yüz oynuyor. Zaten filmin yapımcılığını da bir çok kişi üstlenmiş .Andrew Dominik'in yönettiği bu filmin konusu ise şöyle :
Underground kişilerin kumar oynadığı yeri soyan iki kişiyi yakalamak üzere ; underground dünyada bu işleri yapan kişi çağrılır. Bu kişinin yerine karşımıza bir nevi kiralık katil olarak Brad Pitt çıkar. Kendisinin özgün yöntemleri vardır. Ve Brad Pitt'in bu soyguncuları arayış hikayesi filmimize konu olmuştur.
Bu filme puanım 4.7 gibi birşey.
Herhalde 2013 senesinin en boktan filmlerinden biri ödülünü alacaktır. Yaklaşık bir buçuk saatlik kafa siken replikler silsilesi.Neyse bu filmde tek bir güzel sahne var o da Ray Liotta'nın araba sahnesidir; izlenmelidir. Ama tek bu sahne için oturupta filmi izlemeye kalkmayın. Videoyu sizinle burada aşağıda paylaşırım.
Bu filmin belki tek şansı şu olabilir ; James Gandolfini'nin son filmi.
Evet maalesef ki usta yetenek James Gandolfini'yi geçen hafta kaybettik. Kendisine sonsuz saygılar.
                                                                               R.I.P


Ve işte o tek mükemmel sahne.

                                                                               
1

Gümüş Küre Ödülleri

Geldik yine Ocak ayının vazgeçilmezi olan Altın Küre(Golden Globe) ödüllerine. 70. si yapılan Altın Küre ödülleri geçen yıla nazaran vasattı ; o yüzden ancak gümüş küre demeye vardı dilim. Filmlerin çoğunu henüz izlememiş olduğumu belirtmek isterim ; o yüzden fazla yorum yapmadan listeyi şöyle bir özet geçeceğim.
Drama dalında film ödülleri :
En iyi film (Drama)(Best Motion Picture) : Argo

En iyi yönetmen: Ben Affleck (Argo)
Ben Affleck'in ilk yönetmenlik ödülü. Başarılarının devamını diliyoruz.

En iyi kadın oyuncu: Jessica Chastain (Zero Dark Thirty)


En iyi erkek oyuncu: Daniel Day-Lewis (Lincoln)
Rol büyük, tecrübe büyük geriye çokta rakip kalmadı. 


En iyi yardımcı kadın oyuncu: Anne Hathaway (Les Miserables)
Sinemanın binbir yüz kadınlarından biri olmaya aday. Tatlı ve karakteristik yüzüyle yeteneği birleşince bu ödül kaçınılmaz oldu. 

En iyi yardımcı erkek oyuncu: Christoph Waltz (Django Unchained)
Inglorious Bastards filminde yaptığı çıkışla ne kadar kaliteli bir oyuncu olduğunu gösteren Waltz bir kez daha izleyenleri büyülemeyi başardı.

En iyi animasyon: Brave

En iyi senaryo: Quentin Tarantino (Django Unchained)Bir Tarantino klasiği ; ince ve sıkı dokunmuş bir senaryo ; ödüllere her zaman adaydır.

En iyi şarkı: Adele, Paul Epworth (Skyfall)
Beklenilmedik bir durum değil; doğru adrese gittiği mutlak bir gerçek. 

Yabancı dilde en iyi film: Amour (Avusturya)

Müzikal ve komedi dalında ise : 

En iyi film: Les Miserables

En iyi kadın oyuncu: Jennifer Lawrence (Silver Linings Playbook)

En iyi erkek oyuncu: Hugh Jackman (Les Miserables)


0

Cloud Atlas


Hop diyip yine son zamanlarda fena yankı yapmış olan Cloud Atlas filminin iç dünyasında buldum kendimi. Cloud atlas , beni bir sinema sever olarak üst seviyelerde tatmin etmiş ve deneysel kurgusuyla açık fikirli olmaya itmiştir.  
Herşeyden önce bir sinema sever olarak demiştim ; işte bu yüzden ilk olarak internette gördüğüm bir eleştiri üzerinde durmak istiyorum. Bu eleştiriyi yerden yere vurmadan önce ne yazık ki bu eleştirinin , Ülkemizin önde gelen haber sitelerinden Ntvmsnbc'de yayınlandığını da söylemek yüzümü kızartmıyor değil. Aslında herkesin eleştirme özgürlüğü var ancak eleştiriyle saldırı arasında ki ince çizgiyi kaybetmedikleri sürece.

Şimdi gelsin eleştirinin linki : http://www.ntvmsnbc.com/id/25382571

Yazarı da Selin Gürel . 

Neyse Selin Hanım'la herhangi bir işimiz yok. Biz sadece yazdığı yazı üzerinden filmin detaylarına yolculuk yapacağız. 
"Büyük filmlerin yönetmenleri büyük filmlerle döner." aslında çok bayağı bir tespit. Çünkü büyük filmler yaratmış olan yönetmenlerin artık risk almak gibi bir opsiyonları vardır. Sonuçta herşey maddiyat değildir ; ve sinemanın bir sanat olduğunu göz önüne alırsak ; insanlar sanatlarında fikirlerini aşılamak isterler. Wachowski Kardeşlerin Matrix filmi ve V for Vendetta bulunmaları , onları benim gözümde yeterince sinemacı yapıyor. 
Tom Tywker'ı ise bir yönetmen olarak sadece Perfume: Story of a Murderer filmiyle değerlendirmek yeterli. 
Yani demem o ki yönetmenler fevkalade. Oyuncuların ise aşağı kalır yanı yok : Yüzünü uzun süredir önemli bir yapıtta görmediğimiz Halle Berry , yıllanmış bir Tom Hanks ve kült filmlerin yakışıklı çocuğu Jim Sturgess.
Filmde 6 hikayemiz var ; farklı zaman dilimlerinde geçiyor demek çok yanlış olur; farklı çağlarda geçiyor..
Hikayelerin her biri öyle güzel işlenmiş ki izleyici 6 film birden izliyor hissine kapılıyor. Tabi bu durum arada yorucu olabiliyor. Yine de 6 hikayenin verdiği mesaj ortak olunca insan her hikayenin sonunu görmek için sabırsızlanıyor. Aslında tamamı ile deneysel bir film ; çünkü hikayeler birbirleriyle birleşiyor denilemez. 
Bunun yanı sıra makyajdan bahsetmek istiyorum . Hikayelerde , oyuncular inanılmaz makyajları sayesinde farklı karakterleri canlandırıyorlar. Film aksiyon türüne girmese de görsellik şahane. 
Bana biraz The Fountain filmini anımsattı. Tabi biraz daha komplike ve tema farklı . 
Bir de üstüne basmadan geçemeyeceğim şey ise ; filmde ki aşk ve mizah unsurları. O kadar abartılmadan filmin içine katılmış ki , filmin içinde izleyiciye hoş molalar verdiriyor. Düşünmekten yorulmamak için dinlenme molaları diyelim. 
Ve gelelim filmin asıl anlattığı şeye : 6 hikaye birbirinden bağımsız ve kronik olarak farklı çağlarda . Her hikaye ,  küçük balıkların büyük balıklara karşı mücadelesini anlatıyor. Ezilenlerin sisteme karşı savaşı da diyebiliriz. Sistem , bazen barbar insanlar , bazen devlet ve bazen de din olabiliyor. 

Öyleyse haydi ekran başına ..

Benim bu filme puanım 8.6 . 
Oyunculuk : Normal 
Görsel : Üst seviye 
Senaryo : Üst seviye 

Filmin en güzel repliği ise :" I know i know"